Haftalık
Osman Özarslan
19 Eylül 2025 Cuma
Ku-Klux Klan’ın katran tüylü, alevli haçlı, püriten linç ayinleri epey geride kalmıştır ama gene de siyahlar düzenli olarak işkence ve kötü muameleye tabi tutulmakta, linç edilerek ya da başka biçimlerde öldürülmektedirler. Bir de tabii KaraPanterler, dirileri murdar, ölüleri leş. Panter değil kurbağa, kükreme değil vıraklama.  Kurbağadan daha da kötüsü, daha esfel-i safilin olanı kendisini panter sanan kurbağa… Tekrar edip tamamlayalım, sonradan edinilmediği için toplumsal olmayan; doğuştan geldiği için doğal, kaçınılmaz, ıslahı mümkün olmayan mutlak kötü ötekiye ilişkin mono-mitik klişeler, tıpkı platin saçlı profesör hanımefendinin paylaşımında olduğu gibi, püriten arzuyu büyütür, mutlak kötü ötekinin ıslahını değil itlafını talep eder.
Tanıl Bora
17 Eylül 2025 Çarşamba
Cumhuriyet Halk Partisi, bir zamandır, adındaki üç kavrama da hayatiyet getiren bir seferberlik içerisinde. Cumhuriyet’le, eşit ve reşit yurttaş topluluğunun egemenliğini kastediyorum. Yurttaşların söz, karar, yetki sahibi olmasını yücelten, meşruiyetin ve siyasal-“kutsal”ın kaynağını orada gören, cumhurî/kamusal insanın eylemine bizzat değer atfeden bir zihniyeti kastediyorum. Cumhuriyet’i milliyetçiliğin/ulusalcılığın, modernliğin, Atatürkçülüğün müstear adına indirgemekten çıkartacak bir cumhuriyetçiliktir bu. Cumhuriyeti, bir statüko (veya status quo ante / bir önceki statüko) olarak muhafaza etmeyi değil, yeniden inşa etmeyi hedefleyen anlayıştır. Özetle, Cumhuriyeti demokratikleştirerek sahiden cumhuriyetçi hale getirmeyi kastediyorum.
Barış Özkul
14 Eylül 2025 Pazar
Komünizmin eşitlik ve özgürlük idealinin 1970’ler ve 80’lerde itibar kaybetmesiyle mevzi kazanan neoliberalizmin alternatif vaadi, devletin ve planlı ekonominin geri çekilmesiyle “piyasa”nın kendi kendine en iyi sonucu üreteceğiydi. Ama bugünün dünya düzenine baktığımızda, bireyleri sürekli yarış içinde tutan, eşitsizlikleri olağanlaştıran, toplumsal sorunların çözümünü piyasa dinamiklerine havale eden neoliberal ideolojinin ürete ürete Charlie Kirk ve Trump gibi faşistleri ürettiğini görüyoruz. Üstelik neoliberal düzende “sözün” değeri yine piyasa mantığıyla, dolaşım ve mübadele değeriyle belirlenir hale geldiği için Trump ve Kirk’lerin dünyasında hakikatin değil, en çok alıntılanan, en çok tıklanan, en çok provoke eden sözün geçerliliği oluyor.
Cuma Çiçek
10 Eylül 2025 Çarşamba
CHP İstanbul İl Teşkilatı'na atanan kayyımla birlikte Türkiye’de “rejim değişikliği”, “rejim değişikliğinin yeni bir aşamaya geçtiği” gibi tartışmalar yeniden alevlendi. Söz konusu tartışmalar Kürt meselesinin Türkiye’deki rejim formasyonundaki etkisini yeniden hatırlattı, hatırlatıyor. Yaşananlara ilişkin öne çıkan üç kavram ve tanımlama da ilk olarak Kürt alanında ortaya çıktı: “seçme ve seçilme hakkının ortadan kalkması”, “kayyımlar” ve “yasaların ve anayasanın askıya alınması”. Bugün olan bitenlerin altyapısı 2013-2015 Çözüm Süreci’nin çökmesinden sonra oluşturuldu.
Işıl Kurnaz
25 Ağustos 2025 Pazartesi
Kadınların sınandıkları ideolojik sınavların bir haritası çıkarılsaydı eğer, galiba dünyanın fiziki haritası kadar siyasi haritası da kat edilmesi imkânsız engebeleri, tehlikeleri, çıkmaz sokakları gösteriyor olurdu. Ama bu haritayı, bir ucundan diğer ucuna çekiştire çekiştire yaşanabilir kılan şey yine de kadın mücadelesiydi tabii. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın bu siyasi haritayı inşa ederken kadınların kazanılmış haklarını inkar etmeyi meşrulaştırması, galiba bu yüzden tesadüf değil. Çünkü Diyanet İşleri Başkanlığı’nın 90 binin üzerinde camide okuttuğu son hutbe bir şey söylüyor. Söylediğinden daha çok şeyi gerçekleştirme potansiyelini bildiği halde bunu yapıyor üstelik. İnsan haklarını kul hakkıyla, eşitliği ilahi adaletle açıklamanın kendisi bir ideoloji, bu doğru. Ama öte taraftan, çarpıtılmış bir tarihsel anlatı da var.
Polat S. Alpman
5 Ağustos 2025 Salı
1990 yılında İstanbul Üniversitesi İşletme Fakültesi İngilizce programına, aralarında İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun da bulunduğu 28 kişinin yatay geçiş yaptığı ve bu kişilerin diplomalarının iptal edilebildiği bir siyasal iklimde yaşıyoruz. Hayatları karartılmak istenen Barış Akademisyenleri'nin önemli bir kısmı hâlâ üniversite dışında tutuluyor, yargı süreçleriyle uğraşmaya devam ediyor. Üniversiter alan, kamusal ve toplumsal sorumluluklarından bütünüyle yalıtılarak, piyasaya hizmet eden teknik iş koluna indirgenmek isteniyor. Bu koşullar altında sahte diplomalara ilişkin haberler, yalnızca bireysel suistimallere değil, akademiye yönelik akademi-dışı müdahalelerin yol açtığı derin siyasî ve idari yozlaşmaya işaret etmesi bakımından da önemli.
Murat Belge
29 Temmuz 2025 Salı
Her zaman, her ortamda, her sorun karşısında “müzakere”ye açık ve hazır olmak… Ya da olmamak. Bu “iki yol ağzı”nda kendi yolunu seçmek zorunda kalmış toplumlar arasında Türkiye açık olmamayı tercih ettiği için buraya bu şekilde geldik. Buna da şükür — açılır gibi olan yolu yeniden kapatmaya hazırlanan güçler umarız hedeflerine ulaşmazlar. Ama dünyada olup bitenlere baktığımızda bu tercihi yapanın yalnız Türkiye olmadığını görüyoruz. Sonunda iş geliyor, kaba kuvvete dayanıyor ya da öyle algılanıyor. “Benim kuvvetim seni bastırmaya yeter!” Evet, devletler güçlü, egemenler güçlü. Ama bir bakın çevrenize, benzer mücadeleler arasında müzakereyi ilkesel düzeyde reddederek başarılı olmuş bir devlet var mı?
Güncel
Demokrasi Nefreti
21 Eylül 2025 Pazar
Rancière’nin özgün katkısı, demokrasiyi yalnızca anayasal kurumların işleyişi olarak değil, dissensus olarak tanımlamasıdır. Demokrasi, konsensüsün düzenlediği alanı bozan, görünmez kılınmış olanın görünürleştiği, sesinden mahrum bırakılmış olanın söz aldığı andır. Bu yüzden demokrasi, teknik idarenin hesaplanabilir düzenine indirgenemez; her defasında yeniden kurulan bir eylemlilik biçimidir. Tam da bu nedenle demokrasi, yönetenler için “fazla” olandır; nefretin kaynağı, bu fazlalığın yarattığı kesintisiz rahatsızlıktır. Demokrasiye yönelen nefretin güncel tezahürleri bu çerçevede daha iyi anlaşılır. Teknokratik düzlemde, halkın siyasal sürece katılımı irrasyonel risk olarak kodlanır; uzman raporları, veri setleri ve algoritmalar siyasal kararların yegâne meşru zemini hâline gelir. Popülist düzlemde ise eşitlik iddiası liderin şahsında toplanır, kamusal çoğulluk tek sesli bir iradeye tercüme edilir.
Çözüm Sürecinde Siyaset Akrobasisi
19 Eylül 2025 Cuma
Bir yandan Kürt meselesinin çözümüne yönelik tarihi adımlar atılırken, öte yandan bu adımların kalıcılığını güvence altına alacak kurumsal dayanaklar —hukuk, demokrasi ve kuvvetler ayrılığı— sistematik biçimde aşındırılmaya devam ediyor. Özellikle 2024 yerel seçimleri sonrasında CHP’nin yükselişi ve Ekrem İmamoğlu’nun alternatif bir cumhurbaşkanı adayı olarak öne çıkması, iktidar çevrelerinde anamuhalefeti etkisizleştirme ihtiyacını keskinleştirdi; bunun sonucunda ise cezai soruşturmaların ve tutuklamaların seçici kullanımı, idari müdahaleler ve kayyumlar, yargısal süreçlerin siyasallaştırılması ile medya ve bürokratik baskı aracılığıyla yürütülen delegitimasyon kampanyaları belirginleşti. Hukuki bir kılıfa bürünmüş ancak fiilen ana muhalefeti siyaset sahnesinden dışlamaya hizmet eden bu ekarte etme hattı giderek ön plana çıkıyor.
Dışarısı Daralırken
17 Eylül 2025 Çarşamba
2000‘lerin başında Türkiye’de iktidar, oldukça parçalı bir yapıdaydı. Yürütme erkinin; birden fazla elde dağılarak cılızlaştığı, belli belirsiz sisi andıracak kadar müphemleştiği söylenebilir. Dolayısıyla, aslında o zamanlar üzerinden değerlendirme yapılacak yekpare bir merkezin dahi tam manasıyla bulunuyor olmadığını ifade etmek mümkündür. Zaten ite kaka gitmekte olan koalisyon hükümeti toplumun gözünde muteber değildi ki çok geçmeden de kuskunu yokuşta koptu. Böylesine parçalı bir iktidarın toplumda sahici bir kutuplaşma yaratabilme kabiliyetinin çok sınırlı olması ve temerküz edememiş gücün merkez tarafından taliplere vaat edilecek avantajları üretememesi sebebiyle içeride yahut dışarıda olmak da bugünkü manasıyla çok şey ifade etmiyordu, neredeyse içerisi ile dışarısı birdi.
Fonogramdan Platforma: Algoritmaların Kıskacında Müzik
16 Eylül 2025 Salı
Editör listeleri, algoritmik sıralamalar ve mikro telif sistemleri büyük katalogları besliyor; yeni gelenler ise yalnızca sınırlı, kısa ömürlü alanlara itiliyor. Bu durumda sanatçının önünde kalan seçenekler giderek daralıyor: ya duygusal olarak steril, risksiz bir ifade biçimi ya da sistemin sınırları içinde isyan estetiğini taklit eden pozlar. Gerçekten çatlak yaratabilecek örnekler ise çoğu zaman bastırılıyor ya da görünmez kılınıyor. Yaratıcılık, giderek politik bir risk değil, teknik bir hata gibi kodlanıyor. Bu nedenle güncel kuralların farkında olan müzisyenler, ilhama değil, zararsızlığa yöneliyor. Aslında yeni milenyumla beraber kısa bir süre yön bambaşka bir yere kırılmıştı. Tekrarın susturucu bir olgu olmanın ötesinde, doğaçlamanın ve “paylaşımın” belirlediği bir kompozisyon çağı… Müzik artık sahip olunacak bir nesne değil, birlikte var olmayı mümkün kılan özgür bir eylem olacaktı.
Yaş Almanın Ekonomi-Politiği ya da Kabulleniş (?!)
14 Eylül 2025 Pazar
Mahalle baskısını ve narin/güzel ruhlarımızın/bedenimizin yaş alma endüstrisinden nasıl kaçınamadığını anlamak için kadın çalışmaları literatürünün girişi olarak düşünebileceğimiz “(biyolojik) cinsiyet, toplumsal cinsiyet, ataerkillik ve ideolojisi, dişilik/kadınlık ve erillik/erkeklik” gibi anahtar kavramlardan başlamayı öneriyorum. Bu kavramlarla öyle ya da böyle tanış olduğumuzu düşündüğümden, bir adım daha atıyorum. Ve bu kavramları üretmeye katkıda bulunan ve bunu geleneksel, muhafazakâr, cinsiyetçi söylemlere ve ataerkil ideolojiye meze yapan başta biyolojik/indirgemeci yaklaşımlardır diyorum. Bunlar, toplumsal cinsiyete dayalı tabakalaşmayı ve eşitsizlikleri (maddi ve manevi) görünmez kılmaya ve meşrulaştırmaya çalışırken, özellikle de biyolojik temelli cinsiyet ve toplumsal cinsiyet yaklaşımıyla el ele, kol kola olan yaş alma endüstrisinin bu eşitsizlikleri (maddi ve manevi) apaçık ettiğini düşünüyorum.
Ekolojik İmparatorluk ve Antroposen: Osmanlı’dan Sanayiye Uzanan Bir Hikâye
13 Eylül 2025 Cumartesi
İmparatorlukların ekosistem olarak işleyişi, yalnızca suyun akışı ya da iklimin ritimlerine değil, gündelik yaşamı ayakta tutan temel kaynakların sürekliliğine bağlıydı. Osmanlı Mısır’ında bunların başında yiyecek ve yakacak geliyordu. Nil’in taşkın döngüsüne bağlı tahıl üretimi, imparatorluk ekonomisinin ve toplumsal düzenin bel kemiğiydi. Yakacak olarak odun görünüşte sıradan bir kaynak gibi görünse de, aslında imparatorluğun enerji rejiminin belkemiğini oluşturuyordu. Fırınlardan demir dökümhanelere, barut üretiminden donanma tersanelerine kadar odun yalnızca yakacak değil, stratejik bir kaynaktı. Bu yüzden ormanlar bulundukları yerde tüketilmiyor, merkeze doğru “taşınıyordu.”
Sinyaller Denizinde Buharlaşan Dünya: Yeni Bir Varoluşun Eşiğinde
11 Eylül 2025 Perşembe
Eskiye ait kurum ve yapılar; milliyetçilikten soyut evrenselciliğe, pozitivizmden kuantum sıçramalarına dayalı çeşitli senaryo ve söylemlerle tutucu roller oynamaya çoktan başlamışlardır bile. Oysa cin, şişeden çıkalı çok oldu. Bildiğimiz bütün dünyanın yarattığı anlamların hepsi hızla gülünçleşmekte ve katı olan her şey, sinyaller denizinde görünmez olmaktadır. Feodalizmi ve kapitalizmi de dahil, dünyamızın bütün eski hikayeleri, belirsizlik ve “Yeni Cesur Dünya” hanesinde şaşkınlık içinde sincap yuvaları peşindeler. Belirsiz kışı atlatmanın gömüleriyle meşguller. “Gerçeğin çölüne hoş geldiniz” diye başlıyordu film; oysa zamanımız, “gerçeğin fabrikasına hoş geldiniz” diye başlayıp, “tam olarak nasıl bir ürün istiyordunuz efendim” nezaketiyle parıltılı metalik bir mekan peşinde.
Kurtuluş Estetiği İçin Notlar: Alev İmgesi Üzerine
8 Eylül 2025 Pazartesi
Tehlike aynı zamanda, deneyimin, mimetik olanın kaybına da yöneliktir. Bu düşüncede, dilde mimetik olan her şey, dilin göstergesel unsuruna dayanır ve bunun ortaya çıkışı “alevin bir anlık parlayışına” benzetilir. Alev, bir tür göstergesel vasıta olarak işler. Mimetik olan ancak bir taşıyıcı yardımıyla -alev gibi- bir anlık görünür olabilir. Yani dilde mimetik olan, göstergesel unsurlara dayandıkça ortaya çıkar. Alev aynı zamanda, bir “işaret” olarak da, dilin mimetik öğesini bir anlığına görünür kılar. Giorgio Agamben işte bu yakınlık nedeniyle, işaret kavramına getirdiği tanımla Benjamin’in dilin mimetik unsuru tanımı arasındaki benzerliğe dikkat çeker. İşaretler, dildeki mimetik ilişkiyi bir anlık ifşa eden hakikatin parçalarını taşır. Gizemin ya da mistik olanın dağılmasını sağlayan şey, göstergesel unsur ya da işaretlerdir.
Muhatabını Arayan Ama Bir Türlü Bulamayan Soru: Boşuna mı Okuduk?
6 Eylül 2025 Cumartesi
Böyle bir tabloda kaçınılmaz olarak kimlik inşası sürekli erteleniyor. Belki de “ayrışamayan” ile “bağımsızlaşamayan” arasında sıkışmış bir nevrotik kuşak hâkim oluyor bugüne. Seans odalarında her geçen gün daha çok duyulur hale gelen “yorgun, bağımlı, yönsüz” gençlik anlatıları, tam da bu sıkışmanın ürünü olarak görünmekte. Bir yandan “genç” kategorisinin kendisi bile olağanüstü genişlemiş durumda. Dünya Sağlık Örgütü, gençliği 10 yaşından 30’ların ortasına kadar uzanan bir aralık olarak tanımlarken, gençlik artık bir geçiş değil, adeta bir “bekleme alanı.” Çocukluk bitmiş, yetişkinlikse belirsiz bir süreye kadar askıya alınmış durumda. Bu “bekleme alanı”, aslında gecikmiş bir yetişkinlik deneyimi. Ücretsiz stajlar, asgari ücretin altında “deneme süreleri”, ekonomik bağımsızlığını kazanamayan gençleri aile evinde hem “çocuk” hem “yetişkin” kılıyor. Bu ikili konum, bireyi özne olma sürecine ket vurup nesneye indirgiyor. Gençlerin talebi bastırılıp, arzuları dolayısıyla suçlulaştırılıyor. Kişinin “Sen başarısızsın, sen yetersizsin” diyen içsel sesi, aslında neoliberal ideolojinin içselleştirilmiş bir yankısıdır. Böylece toplumsal kriz, bireysel suçluluk ve yetersizlik meselesi halini alıyor.
Anahtar Parti Neyi Başarmak İstiyor?
5 Eylül 2025 Cuma
Türkiye’de milliyetçiliğin tezahürleri, elbette her zaman tören alaylarıyla, şanlı bayrak devinimleriyle sınırlı kalmaz. Son on yılda siyasal sahada görülen parçalanmalar, tipik bir “ara form”lar çağına işaret ediyor. Anahtar Parti’nin kendine müstakil bir hat açmaya çalışması da, bu parçalı zeminin bir diğer cüretli denemesi. Milliyetçi siyasetin sahnesinde sık sık görmeye alıştığımız yeni “partilerden” biri olarak Anahtar Parti, 28 Ekim 2023 tarihinde İYİ Parti’den kan kaybıyla doğdu. Yavuz Ağıralioğlu liderliğinde kurulan bu parti, henüz seçime girmemiş olmasına karşın kamuoyu yoklamalarında yaklaşık %1,5-2 oy oranıyla dikkat çekmeye başladı. Ancak mesele sayılarla sınırlı değil; Ağıralioğlu’nun hitabet gücü, münazara becerisi ve medyadaki görünürlüğü, partisine herhangi bir genel/yerel seçim sınavına tabi tutulmamasına karşın kamuoyunda farklı bir alan açtı.