Haftalık
Erdoğan Özmen
3 Aralık 2025 Çarşamba
Dünyayı, mümkün olan her şeyi içime çekiyorum; bu yüzden belki de. Başından beri başka her şeyi, başkalarının bana sunduklarını, onların bakışlarını, sözcüklerini, imgelerini, şefkatini, sevgisini, merhametini içime ala ala, kendim kıla kıla, içime yansıta yansıta, hepsiyle özdeşleşe özdeşleşe bir iç yaratıyorum kendime. Bir ben. Başka her şeyle bağlanarak, başka her şeyle birleşerek, başka her şeye uzanarak kendim oluyorum. Kanserle mücadele denen şey bu belki de: onun habire çoğalan kara boşluğunu aşındıra aşındıra kendi içimi tekrar tekrar yaratmak, çoğaltmak, genişletmek.
Kenan Erçel
2 Aralık 2025 Salı
NIMBY’nin açılımı, “benim arka bahçemde olmaz” anlamına gelen “Not In My Backyard”. Konut ya da altyapı projelerini kendi muhitlerinde istemeyen şahısların tutumlarını özetleyen bir deyiş. Nüfus artışı, trafik yoğunluğu, emlak fiyatlarında düşüş, ekolojik tahribat gibi etkileri yüzünden bu tür imar ve iskan işlerini tasvip etmeyenler “NIMBYs” ya da “NIMBYies” diye yaftalanıyor, ABD’de. Ama bu yafta, ilkesel gerekçelerle söz konusu çalışmalara (örn. nükleer santral) topyekûn muhaliflerden ziyade onlarla özünde bir derdi olmayıp bu projeleri sadece kendi çöplüğünde, mıntıkasında istemeyenler için kullanılıyor.
Derviş Aydın Akkoç
30 Kasım 2025 Pazar
Bazı “değerli anlarla” karşılaştığında “teşekkür etmeyi beceremeyen” bir karakteri; bu karakterin sarsaklıklarını ve heveslerini, ama daha da önemlisi yer yer boğazına oturan sessizlikleri işleyecektir Nejat İşler Miras’ta. Teşekkür –karşılaşmalara duyulan şükran– tam o sıra, yani olay kişinin başına geldiği anda fiiliyata dökülemiyordur, aslında dökülmemelidir de, zira hem şükranın zarif bir minnettarlığa dönüşmesi hem de hafızanın geriye doğru yalnızca olay anını değil, mekânları ve harici failleri de yeniden anımsaması için teşekkürün bazen ıskalanması gerekir. Herhangi bir ânı değerli kılacak yegâne tavır, söz konusu anın geçişine –hatta unutulmasına– müsaade etmek, Goethe’nin Faust’unun “geçme dur, öyle güzelsin ki,” diyerek içine düştüğü an tutulmasına kapılmamaktır.
Osman Özarslan
27 Kasım 2025 Perşembe
Benim hatırlayabildiğim kadarıyla eskiden eğlencenin anlamı ve içeriği farklı olmakla birlikte, şimdi Tunalı civarını mesken tutmuş (yaklaşık) orta sınıflar için eğlence Sakarya’dan ve spesifik olarak da SGK işhanındaki türkü barlardan başlardı. Karanfil, Yüksel daha kültür merkezli olmak üzere, kafelerin yeme içme mekânlarının, Ankaralı okur-yazarların, orta sınıfların boş zaman mekânlarıydı. Onlarca kitapçı, kafe, sağda solda şunu bunu tartışanlar, Yüksel’de eylem yapmaya çalışanlar… Tüm bu temaşa içerisinde Olgunlar Sokağı bir tür son durak gibi hem sahafları hem de dürümcüleriyle kollarını açmış beklerdi ve o yılların orta-sınıfları için eğlencenin ve kültürlenmenin sınırları SGK işhanında başlar, Olgunlar’da biterdi, Tunalı henüz yalnızca tuzukuruların yaşadığı, meclise arkabahçe  bir yerdi.
Tanıl Bora
26 Kasım 2025 Çarşamba
Siyasal, toplumsal, kültürel olanı şifreleyen kod söylemi, tabii, komplo zihniyetiyle de çok kolay buluşuyor. Öyle ya; hiçbir şey göründüğü gibi değilse, o işin arkasında başka işler, karşımızdaki failin arkasında aslında başka güçler varsa, bunları çözecek bir kod anahtarına ihtiyaç vardır; komplo teorileri, kod anahtarlarıdır. Kodlamaya ayarlanmış bu söylem içinde her konuşma; ortama yeni gelmiş, dedikoduları duymamış, yerel tabirleri bilmeyen bir “yabancı” karşısında bir boş malûmat üstünlüğünün tadını çıkaranların kasabalı hazzını tattırıyor sanki.
Işıl Kurnaz
25 Kasım 2025 Salı
25 Kasım Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Günü’nün bana düşündürdüğü şey, kadınların bu izinsiz girdiği arazide kat ettiği yollar oldu. Şiddetin tanımını değiştiren, onun sadece fiziksel olarak kanıtlanabilir yaralar olmadığını hem dünyaya hem de hukuka anlatan şey olarak kat edilmiş o yol. Sara Ahmed’in Feminist Bir Yaşam Sürmek’te anlattığı bir şey var, orada normun içinde yaşanılabilir bir şey olduğunu söylüyor Ahmed. Yani normların, kurumlar tarafından üretildiği kadar gündelik durumlarda da iş başında olduğundan bahsediyor. Hukuk gibi katı bir disiplinin arazisine izinsiz girip onu içerden kat etmeye çalışmanın kendisi, kadınların mücadele yapılarının, dayanışma ağlarının, inatlarının ve inançlarının bir sonucu bu doğru. Kadına yönelik şiddet denildiğinde anlaşılan o dar çemberi kırmak yani bir kadın öldüresiye dövülmemişse orada şiddet görmemekle mücadele etmek kolay iş değil.
Orhan Koçak
17 Kasım 2025 Pazartesi
Bugünden dönüp baktığımda, Türkiye’nin Millet Meclisi’nden hayat lehinde 48 oyun bile çıkabilmesidir bana asıl inanılmaz gelen. Zamanla (darbelerle) edinilmiş bir “külyutmazlık” değildi benimkisi: eski TİP içinde sağıyla soluyla rejimin kana susamışlığından kuşkusu olmayan çok arkadaşım vardı. Bunun biraz kitabî ya da a priori bilgi olduğu söylenebilir, ama “tecrübeyle sabit” olduğu da eklenmelidir. Öyleyse 2017’de mecliste HDP’lilerin dokunulmazlıkları CHP’nin onayı ile kaldırıldığında, hayal kırıklığının ağrısı yerine “doğrulanmış nefretin” kaşıntısını hissetmek daha mı iyi geliyordu bize? Bilmiyorum. Babası sadece kızını sevdiği için mi “basmıştır imzayı”? Eyüboğlu’nun birkaç sayfa sonra verdiği bir bilgi, burada başka etmenlerin de rol oynamış olabileceğini düşündürüyor.
Barış Özkul
9 Kasım 2025 Pazar
Evren’in yazısında vurgulandığı gibi bir sanat eserinin değerlendirilmesiyle sanatçının kişiliği, geçmişi, güncel davranışları arasında doğrudan bir özdeşlik kurulması, hem etik hem de estetik bakımdan problemli olabilir; ama öte yandan, sanatçıyı tümüyle eleştiriden ve sorumluluktan azade, dokunulmaz bir figür haline getirmek de en az o kadar sorunlu. Sanatçının hayatıyla eseri arasında bir mesafe gözetilmesi sanatçıyı “eleştirilemez”, “kusursuz” bir figür yapmaz; sanat eserinin özerkliği sanatçıya “iyi-kötü”den bağımsız olma, toplumsal ilişkilerden soyutlanma hakkı kazandırmaz. Eğer sanatın özerkliği bu tür bir ayrıcalığı meşrulaştırmak anlamına geliyorsa, burada artık demokratik ve eşitlikçi bir kültür anlayışından söz edilemez.
Polat S. Alpman
8 Kasım 2025 Cumartesi
Açıkçası bir sanatçının ülkesindeki muhalifleri öldürecek kadar ileri giden alenen otoriter rejimi desteklemesi ve ona savaş taktikleri verecek kadar hevesli olması ile “şimdi o konser kötü mü oldu?” sorusu, sanki iki durum eşdeğermiş gibi bir retorik kuruyor ama değil. Konserin estetik değerini erbabı takdir eder elbet, fakat sanatın otonomisi, sanatçının insani sorumluluğunu ortadan kaldırmaz, sadece eserin değerlendirilme biçimini korur. Bu nedenle Gazze’yi işgal etmesi için Netanyahu’ya taktik veren bir piyanisti İstanbul’a davet etmemenin gayet makul, hatta büyük bir ciddiyetle dikkate alınması gereken bir tercih olduğunu düşünüyorum.
Cuma Çiçek
6 Kasım 2025 Perşembe
İlk olarak, Kürt itirazı orta-sınıflaştı. 2000’li yıllara kadar Kürt itirazı esas olarak bir alt-sınıf hareketiydi. Bugün ise alt ve orta sınıfların koalisyonuna dönüşmüş durumda ve hem siyaset hem de kültür alanı orta sınıfların hakimiyeti altında. Bu orta sınıf siyaseti hem sol-seküler Kürt siyasetin ana temsil alanı olan DEM Parti içerisinde hem de sağ-muhafazakâr Kürt siyasetin ana temsil alanı olan AK Parti içerisinde son 20-25 yılda geçmişle kıyaslanmayacak düzeyde genişledi ve etkisini arttırdı. Siyasi partilerin yanı sıra hem yerel yönetimlerde hem sivil toplum kuruluşlarında hem de meslek örgütlerinde orta sınıfın güçlü bir etkisi var. Bu etkiyi politik hedeflerin belirlenmesinden siyasal söyleme, siyasal mobilizasyon süreçlerine ve araçlarına kadar birçok alanda izlemek mümkün.
Güncel
Taha Parla’nın Ardından…
5 Aralık 2025 Cuma
Taha Parla’dan neden o kadar etkilenmiştik? Taha Hoca “değiştirmek için anlamak” dediğimiz akademik geleneğe veya düşünce geleneğine bağlı idi. Özellikle sosyal bilimler alanında bu geleneğin zayıflamasıyla ciddi bir çoraklaşmanın yaşandığını gözlüyorum. Elbette bu geleneğin de sorunları vardı ama akademiye ve öğrencilere enerji aşılaması çok önemliydi. Taha Hoca yaptığı işe çok önem verirdi. Düşünürleri, fikir insanlarını ve fikirleri ciddiye alırdı. Taha Hoca’yı sadece iki sözcükle tanımla deselerdi “ciddiyet ve tutarlılık” derdim.
Çöküş Rejimi mi? - Hal ve Gidiş (1)
4 Aralık 2025 Perşembe
Mayakovski’nin Marşımız şiiri “Sert adımlarla isyan meydanları inlesin, // Yükselsin onurlu başlar alay boyunca. // Bizler, taşkınıyla bu ikinci tufanın, // Temizleyeceğiz kentleri tüm dünyada,” şeklinde başlıyor. Hayat devam ediyor. Bizler işlerimizdeyiz, siyasi rehineler ve gazeteciler hapisteler. Bir uğultu var, riyakarlıktan bıkmış. Bir uğultu, gaddarlıktan, dalkavukluktan, hınç dolu kibirden usanmış. Bir uğultu var, yönsüz kalmış. Bu yönsüzlük, kendine bir ses, nefes arıyor. Sözcüklere dökülmek, berraklaşmak, bayraklaşmak istiyor. Öncü, unutulmuş sözcük. Uğultu, öncüyü çağırıyor. İki bölümlük bu yazının büyük ölçüde yine Birikim’de 23 Ağustos 2024 tarihinde yayınlanan “Değişim: CHP ve Türkiye” denemesinin hayli gecikmiş devamı olduğunu kayda geçirerek başlamalıyım. O yazıda vurguladığım kimi hususları ve elbette “gösterilen (toplumsal) reflekslerin zaman aralığı günümüz dünyasında çokça daraldı...
Ontolojik Bir Güven Problemi Olarak Kemal Kılıçdaroğlu’na Bakmak
2 Aralık 2025 Salı
Bu bakımdan meseleyi “aşk varken kör, bitince gören” ikiliğine indirmek hatalıdır. İnsan başta ötekini kendi arzusunun imgesine göre idealize etmiş; süreç ilerledikçe ise ideal ile gerçek arasındaki mesafeyi fark eder hale gelmiştir. Kimi ilişkiler bu mesafeyle yaşayabilir, kimileri o mesafeyi kaldıramadığı için çöker. Bu bakımdan aydınlığa çıkmak isteyenler için Kılıçdaroğlu’yla mesafe bir hayli açılmış gözüküyor. Öyle ki bir taraf karanlıkta kalmasına, karanlığa direnmesine; Kılıçdaroğlu ise arınmış bir aydınlanma içinde olduğunu iddia etmesine rağmen belli ki aynı sabahta buluşma şansı artık söz konusu değil. Peki, bu yitirilmiş bir şans mı?
Şimdi Gömleğin Yanlış İliklenen Düğmesini Düzeltme Zamanı
1 Aralık 2025 Pazartesi
Sonuç olarak; TBMM’de kurulan Millî Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu geçmişteki politikaların toplumsal barış üzerindeki olumsuz etkilerini azaltmayı, farklılıkları tanıyarak bir arada yaşama kültürünü güçlendirmeyi, demokratikleşme süreci içinde kimlik temelli taleplerin siyasal temsilini meşrulaştırmayı ve toplumsal uzlaşıyı güçlendirmeyi hedef olarak benimsemeli; devletin farklı kimliklerin eşit yurttaşlık içinde var olmasını sağlayan “düzenleyici güç” olarak görülmesini, çoğulculuğu ve kültürel tanınmayı toplumsal bütünleşmenin temeli olarak benimsemesini, diyalog-katılım ve hak temelli reformlarla demokratikleşmeyi öngörmelidir.
Kadın, Doğa ve Kıyamet: "Mother!"da Kriz Heterotopyası ve Ekofeminizm
30 Kasım 2025 Pazar
Eril tahakküm hem kadını hem de doğayı tekrar tüketerek anlatının yeniden başa dönmesini sağlar. Bu döngüsel anlatı yapısı kadının ve doğanın sömürülmesinin tarihsel, sistemsel ve yapısal bir kriz olduğunu gösterir. Mother! kadın ve doğanın üzerindeki eril tahakküm biçimlerini modern dünyanın ekolojik ve toplumsal cinsiyet krizleriyle harmanlayan, mekânsal kurgu aracılığıyla bu tahakküm biçimlerini açığa çıkaran hem görsel hem de kavramsal düzlemde yoğun ve katmanlı bir anlatı sunar. Aronofsky’nin bu filmi ekofeminist düşüncesinin temel ilkelerini sinemasal bir forma dönüştürür ve heterotopya kavramını sahneleme ve mekân kullanımıyla somutlaştırır. Bu bağlamda Mother! filmi izleyiciyi politik ve ontolojik bir sorgulamaya davet eder.
Anestezik Toplum Veya Yavaş Ölüm
28 Kasım 2025 Cuma
Özellikle Türkiye gibi mesleki, sosyal, sanatsal ve ekonomik alanlarda örgütlülüğün zayıf olduğu; birey olma ve özgürleşme mücadelesinin ise resmi ideoloji, gelenek ve baskın kültürel kalıplar tarafından sürekli bastırıldığı toplumlarda, siyasal alana müdahil olma ve olup bitene tepki verme gibi iktidar karşıtı reflekslerin giderek silindiğini gösteren pek çok işaret bulunuyor. 1980 sonrası örgütlü toplumun zayıflaması, neoliberal bireyselleşme, siyasal katılımın düşmesi, korku siyaseti, kültürel tahakküm ve özellikle son yılların epistemik şiddeti de bu tepkisizlik halinin nedenleri olarak değerlendirilebilir. Toplumdaki bu derin tepkisizliği, bu durumda anestezi altında hareketsiz duran bir bedenin duyarsızlığına benzetmek; dolayısıyla içinde bulunduğumuz durumu ‘Anestezik Toplum’ metaforuyla adlandırmak, abartılı bir teşhis sayılmasa gerek.
Çözüm Süreci, Demirtaş ve Zalim İyimserlik
27 Kasım 2025 Perşembe
Bugünlerde Türkiye’deki “zalim iyimserler” grubunun önemli bir kesimini süreç karşıtı insanlar oluşturuyor. Burada, sürece dair aklında cevaplanmamış sorular bulunanları, yöntemi beğenmeyenleri ya da ‘temkinli iyimserleri’ kastetmediğimi belirtmeliyim. Benim kastım, böyle bir sürecin denenmesine bütünüyle karşı çıkanlar. 40 seneden fazladır denenmişi tekrar tekrar deneyip; denenmemişi ise tekrar tekrar denemeyerek Kürt meselesini çözeceğine inananlar. Gerçi, bir çözüm tahayyülleri olduğu da şüpheli; daha çok eskimiş yöntemlerle bir “zafer” elde edeceklerine dair bir iyimserlik hali hakim bu kesimde. Bu grubun, son dönemdeki hedefi ise sürece dair farklı bir dil ve tutum geliştirmeye çalışan Eski HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş.
Her Sözüyle Bir Yol Gösterici, Akın (Atauz): Hoşçakal!
26 Kasım 2025 Çarşamba
Yaşadığı kenti okuyan, doğayı savunan, toplumu düşünerek yaşayan ve bunları hep sessizce dile getiren bir insanı… Kentin hafızasını, doğanın haklarını, insanın birlikte ve eşitlikçi yaşamını savunan bir bilgeyi, Akın’ı kaybettik. Bizim (kapsamı çok geniş bir biz), hâlâ süren öğrenme sürecimizin 25-30 yılında emeği olan bir öğretmendi Akın. Sevmez “öğretme” kavramını, öğrencileri olduk diyeyim. Hepimizle kent politikalarını, şehircilik yaklaşımlarını; hem deneyim ve örneklerle, hem de sınıfsal, sosyal ve politik bir mesele olarak paylaşırdı her zaman. Sanırım; mimarlık eğitimi sırasında ve sonrasında, bitmeyen öğrenme, biriktirme, çoğalma süreçlerimizin hep ana karakterlerinden biri oldu.
Anayasa Mahkemesi'nin Parlamento Kararları Karşısındaki Zor Meşruiyet Sınavı
25 Kasım 2025 Salı
Anayasa Mahkemesi'nin (AYM) Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde (TBMM) gerçekleştirilen Hakimler ve Savcılar Kurulu (HSK) üyelerinin seçimine ilişkin parlamento kararının anayasaya uygunluğunu denetlemekten kaçındığı kararı 10 Kasım 2025 tarihinde Resmi Gazete’de yayınlandı. AYM’nin “kendi kendini kısıtlama” (judicial self-restraint) serüveninde yeni bir aşamayı daha kat ettiğini gösteren bu kararının sadece 6 sayfası çoğunluk görüşüne ayrılmışken geri kalan 39 sayfada 8 yargıç bu yeni içtihada karşı çekincelerini veya itirazlarını dile getirmekteydiler. Bu durum, altında 15 tam üyesinin imzası bulunan bir yüksek mahkeme kararı için tam anlamıyla bir fiyaskodan ibaret görülebilir, zira davada varılan sonuç –yetkisizlik!– 11 üyeyi tatmin etmişse de kararın gerekçesi salt çoğunluğu ikna edebilmekten uzaktı.
Fiilî OHAL ve İmralı
24 Kasım 2025 Pazartesi
Öcalan’ın CHP’yi sürece dahil etme ısrarı doğru ve gerçekçi bir ısrardı, kanımca. CHP’nin komisyonda yer alması da öyle. Doğru, çünkü Türkiye, üzerine çöken fiilî OHAL karanlığından çıkacak, olağanlaşma yönündeki umut ışığına doğru ilerleyecekse, bu ancak Kürt siyasal hareketi ile CHP’nin, otoriterlik ve demokrasi arasına gerilmiş ipte el ele, birbirlerini tökezletmeden, demokrasiye doğru birlikte yürümesiyle mümkün olacaktır.