6 Eylül 2025 Cumartesi
Böyle bir tabloda kaçınılmaz olarak kimlik inşası sürekli erteleniyor. Belki de “ayrışamayan” ile “bağımsızlaşamayan” arasında sıkışmış bir nevrotik kuşak hâkim oluyor bugüne. Seans odalarında her geçen gün daha çok duyulur hale gelen “yorgun, bağımlı, yönsüz” gençlik anlatıları, tam da bu sıkışmanın ürünü olarak görünmekte. Bir yandan “genç” kategorisinin kendisi bile olağanüstü genişlemiş durumda. Dünya Sağlık Örgütü, gençliği 10 yaşından 30’ların ortasına kadar uzanan bir aralık olarak tanımlarken, gençlik artık bir geçiş değil, adeta bir “bekleme alanı.” Çocukluk bitmiş, yetişkinlikse belirsiz bir süreye kadar askıya alınmış durumda. Bu “bekleme alanı”, aslında gecikmiş bir yetişkinlik deneyimi. Ücretsiz stajlar, asgari ücretin altında “deneme süreleri”, ekonomik bağımsızlığını kazanamayan gençleri aile evinde hem “çocuk” hem “yetişkin” kılıyor. Bu ikili konum, bireyi özne olma sürecine ket vurup nesneye indirgiyor. Gençlerin talebi bastırılıp, arzuları dolayısıyla suçlulaştırılıyor. Kişinin “Sen başarısızsın, sen yetersizsin” diyen içsel sesi, aslında neoliberal ideolojinin içselleştirilmiş bir yankısıdır. Böylece toplumsal kriz, bireysel suçluluk ve yetersizlik meselesi halini alıyor.